Türk tarihini koca bir çınara benzetiriz bazen. Kocaman dalları ve gür yaprakları vardır. Öyle iyi beslenir ki adeta hiç yaşlanmayacak gibi dimdiktir. Ama hep unuturlar çınar sevdalıları onu besleyen ve büyütenin ‘DİL’ olduğunu.
Zaman zaman birer yaprak koparırız o ağaçtan her Türkçe kelimenin yerine yabancı kelimeler getirerek.
Bugünlerde bu koca çınarı sevmeyenlerle el ele verdik, gövdesini baltalıyoruz her an. Ama o, ölmeyecek. Çünkü onu besleyen su her durumda ulaşacak yapraklarına kadar. Gövdesini topraktan ayırsak da ulaşacak.
Peki sen neredesin, balta elinde mi yoksa gövdeye sarıldın mı can pahasına?
----------
Türkçe konuşmak…
Türkçe yazmak…
Türkçe ile yaşamak ve ölmek…
Bir toplumu kimliksizleştirmenin ancak ve ancak diline ve kültürüne yabancı unsurlar yerleştirerek mümkün olacağını anlayıp işe koyulanları fark edeli beri başlamış çınar sevdalılarının feryadı.
Nice kitap yazmış, söz söylemişler doğruyu anlatmak için ama duyan duymayana anlatamamış nicedir.
Şimdilerde yetim kalmak üzere bu sevda!
Şimdilerde şimşekler altında!
Agu demeyi öğrenir öğrenmez başlıyor yabancı dil eğitimi. Ana dili öğrenmeden oluşan temelsiz binaya kıymet biçilir mi?
Önce dilini sevmeli evlatlar. Türkçeyi hak ettiği değerde bilmeli, konuşmalı.
Mehmet Akif’i, Yakup Kadri’yi, Reşat Nuri’yi, Necip Fazıl’ı sözlük açmadan anlamalı, hele hele onları okumaktan sıkılmamalı; dünyanın en güzel zevkini tatmalı.
Toprağı için dökülen kanın dilini de boyadığını bilmeli, hissetmeli.
İşte bu sevgi ve saygının oluşturduğu sevdasıyla koca çınarın gövdesine sarılmalı, Türkçeyi en aziz varlığı kadar koruyup kollamalı.
Sonra ne balta, ne şimşek, ne düşman… Özünü bilip yaşayan asla düşmez dermandan.
Demet Bardakcı